📘 قراءة كتاب İsl acirc m Uuml mmetinin Dirilişinde Ana Prensipler أونلاين
Bir olan Allah’a hamd olsun, salat ve selam kulu ve Rasûlü olan Muhammed’e ve
âline olsun.
Kuveyt’in bazı camilerinde hutbe verirdim. Her zamanki adetlerimde olduğu gibi,
müslümanların dertleriyle dertlenmek, onların meselelerine çözüm yolu aramak,
ahirette Allah’ın rızasına kavuşmanın yollarını göstermek, şiarım olmuştu.
1967 senesindeki Yahudiler’le olan en son savaşımızdan önce birgün cuma
hutbesinde insanlara yönelerek şöyle söyledim: Şüphesiz ki Araplar ülkesinde
insanların azı müstesna çoğu, yahudilerle olacak savaşta zafer bekliyorlar. Onların
denizde gark olacağına inanıyorlar. Hiç şüphe yok ki her müslüman bunun böyle
olmasını ister. Ancak ne var ki şunu söylemeyi demeden duramayacağım;
görükürdeki bizim ve düşmanlarımızın durumu bunun böyle olacağına hiç
benzemiyor, biz hiç bir zaman zafere erişemeyeceğiz.
Dedim ki; Allah’ın yeryüzünde değişmeyen ve tebdil olmayan sünnetleri vardır, kim
ki bu sünnetleri okur, öğrenir ve araştırırsa, görecektir ki bu zafer, yahudilerin
olacaktır.
Aşağıdaki anlatacağım bu durumlar, düşmanlarımızın bizi nasıl yenilgiye uğrattıkları
ve bu yenilgi sebeplerinin başlıcaları, duruma açıklık kazandıracaktır.
Biz bu savaşa parçalanmış gruplar halinde gireceğiz (Bu durum savaştan önce kendini
göstermiştir). Hiç şüphe yokki ayrılık ve gruplaşmak bizi zafere ulaştırmayacaktır.
Çünkü Allah’ın sünnetine ve koyduğu kurallara aykırıdır. Düşmanımız ise saflarını
düzeltmiş ve birleştirmiştir. İşte bu durum, izzet ve kuvvet üretir.
Biz bu savaşa girerken ne askerlerimizde kendisini siper eden bir akide, ne de
hedeflenmiş bir noktamız vardı. Bizde görülen tezahürler, boş kelimeler, övünüşler,
izzetin ve şerefin Araplar’ın olduğundan ibaretti. Böyle inanışlar, düşmanın kurşunu
ile karşılaştığı anda yokolabilecek inanışlardır.
Düşmanlarımızın bu savaşa girerken ki inanışları bir başkadır. Onlar; Allah’ın
yarattığı seçilmiş bir millet olarak adetlerini, gelenek ve göreneklerini, Allah’ın
babalarına vadettiklerini tekrar ifa ve iade etmektir. Her ne kadar bu inanış fasid de
olsa, bizim askerlerimizin inancından daha kuvvetlidir.
Biz bu savaşa aramızda nifak tohumları saçan, yalan söyleyen hilekârlarla ve
yapamayacağı şeyi söyleyenlerle beraber giriyoruz. Onların bu yalancılıkları çoğu kez
açığa çıktığı halde neden hala onlara güveniyoruz. Veyahutta onların bu durumunu
göz önüne alarak neden gafletten uyanmadık.
Ey kavim! Düşmanlarımızın kapımızda olduğu halde dansözlerin oynadığı gecelerde
sabahlamak için hazırlık yapan ve mahalde yeri olmayan bir zafer için o geceleri
eğlenceyle geçirip kadihler tokuşturan generallerimizin bu durumu karşısında nasıl
zafer bizim olabilir?
Sonra dedim ki; inanıyorum ki eğer bu durum karşısında zafer bizim ise muhakkak ki
Allah’ın sünnetleri değişmiştir. O değişmeyecektir -veyahutta aklım başımdan
gitmiştir- Hiç zannetmem bunun böyle olacağına. Veyahutta bu büyük bir fitnedir.
Allah’tan dileğim bunlardan beri olmaktır.
Eğer biz kaybetmiş ve hüsran olmuş isek; işte bu beklenilendir. “La havle vela
kuvvete illa billah”.
Pazartesi günü yani bu hutbemden iki gün sonra harb başladı. İnsanlar radyolarının
başına toplandılar. Birinci geceyi, Arap askerlerinin ‘Tel Aviv’e’ girişine kadar
sabahladılar. Bütün his ve duyguları ile radyolarının başında sabahlayan erkeklerine
efendileri için radyo başında sabahlayan hanımları, şunları söylediler: Eğer Araplar
‘Tel Aviv’e girerse lütfen beni uyandır!
Üzülerek söylüyorum ki ben de, o geceleyenlerdendim. Aklım bana diyordu ki; zafer
olmayacak, Allah’ın sünnetlerine muhalefet yoktur. İsteğim ve hırsım bana şöyle
söylüyordu: “Bekle sünnetler değişiyor ve sen tahmin ettiklerinde yanılıyorsun.”
Yenilgi, çarşamba günü kendini gösterdi. Sonra perşembeye kadar devam ederek
herkes duruma şahit oldu. Ve bu durum herkesin gözleri önüne cuma sabahı
sergilenmiş oldu. Lakin çoğu insanlar buna inanmakta direndiler, bunun bir tuzak
olduğunu ileri sürdüler.
Nihayet cuma günü geldi hutbe hazırlamadım! Geçen hutbelerimden dediklerimden
başka ne diyebilirdim! Ve ne diyeyim! Bu yenilgi kalbimi ezip geçiyordu! Uzun yok
oluş ümmetimi sarıyordu! Kalpler üzerinde kilitler, gözler üzerinde perdeler,
işitilenlerde ağırlıklar!!
Tekrar insanlar önünde kalktım, Allah’a hamd ve senadan sonra hutbeye başladım ve
dedim ki:
Ey insanlar! Geçen hutbelerde belirttiğim gibi bizim zafere ulaşmamız mümkün
değildir. Ben gaybı bilen değilim. Gaybı Allah’tan başka kimse bilemez. Ben,
İslâm’dan başka kimsenin uşağı da değilim. Ancak o, Kur’ân’dır ve onda hidayet
vardır. Kim onu bütün incelikleriyle okuyup tahlil ederse, benim bu söylediklerimi iyi
kavrayıp anlayacaktır.
Bu zaman parçası böylece geçtikten sonra, yeni ve eski ümmetlerin tarihinde misali
olmayan bu yenilgiden sonra, insanların Allah’a döneceklerini, hatalarını anladıklarını
ve hemen düzelteceklerini zannetmiştim. Bu zannedişim ise yüzeysel idi. Bu arada şer
sesleri ilk etapta alimlerden başlayarak şöyle söylüyorlardı: Yenilgi nedir!! Rasûlullah
Uhud savaşında yenilmemiş midir!! Bizim yenilgimiz cüz’îdir şu misali içerir;
“Vehne düşmeyin, üzülmeyin eğer siz müminler iseniz siz gerçekten üstünsüzün.”
(Ayet)
Sinirlerim bana hakim oluyordu. Din alimlerinin yalan söylediği bu millete şefkatle
ve sevgiyle bakmaya başladım.
Gelecek uzun müteselsil hutbelerimde yenilgiye itilişimizin noktalarını anlattım.
Sebepler edinmeksizin hiçbir şekilde zafer yoktur. İkinci müteselsil hutbelerimde bu
sebepleri anlattım. Çok az gerçek namaz kılanların ve müslümanlardan bir topluluğun
toplandığı bu mescidlerde îrad edilen bu hutbeler ne yapabilir ki? Dünya
devletlerinden bizi haklı sayanları da bileceğimizi zannetmiştim. Perde keşfedildiği
halde düşman hâlâ doğruluk elbisesinde gizlenmekte. Lâkin aynı zamanda fikirlerim
karmakarışıktı. Güneş doğsa da ümmetin içinde yaşadığı uzak karanlığı doğru rüya
haramlaştırır.
Ümmetin uyanması, yalancıların keşfedilmesi ve hilekârcı münafıkların tesbitinden
sonra ikinci bir kez daha gâfil bir şekilde bu ümmet hâlâ yakın zafer gözlüyordu.
Minberin köşelerinin bir köşesinden İslâm Arap âlemine bir kez daha haykırdım.
Elhamdülillah bazı sözlerimizi ulaştırdık. Kendisine hidayet verilenler ve hakkı
anlayanlarda benim gibi haykırdılar. Lakin ümmetin lekesi hala karanlıkta ve hayrette
yaşamakta. Niçin yenildik?! Zafere ulaşmanın yolu nedir?!!
Bugün aradan beşbuçuk sene geçmesine nazaran hâlâ sorular ayakta, hâlâ cevablar
meçhul, hâlâ yenilgi ortada ve hâlâ ikinci kez mükerrer olmayacak bir yenilgi için
çözüm yolları öne sürülüyor. İnanıyorum ki derin uykuda uyuyan bu milletin
dirilişine inşallah bugünkü anlattıklarım çözüm yolu olacaktır. “Beni Allah’tan
başkası muvaffakiyet edemez ona tevekkül ettim ve ona uydum.”
Allah’ım senin rızan için bunu kabul et. Kavmimi, menedildikleri şeyleri ve
kuvvetlerini sebepler edindirmek suretiyle onlara hidayet ver. Onlardan öncekileri
şeref ve haysiyetle izzetlendirdiğin gibi onları da izzetlendir, muhakkak ki sen
işitensin duyansın.
Birincisi: İslâm ümmeti hayatının yaşadığı asır içerisindeki Muhlis mü’minler için
müslümanların toprakları gasbedilmiş, müslümanları bir bayrak altında toplayan her
yerde zelilleştirilen müstazaflarını kurtaran, Allah’ın kelimesini yükseltip
kâfirlerinkini alçaltan İslâm hükümetine yazıyorum.
Müslümanların servetleri düşmanların eline geçmiş, malları ve mukadderatları
kaybolmuş, düşmanları ise onları her karış yerde tehdit ediyorlar.
İkincisi: Ümmetinin durumunu takdir eden müslümanlar için, onlar ümmetinin izzet
ve zaferini isterler, lakin onlar İslâm’dan başka elbiseye bürünerek bu elbiseyle refah
ve izzet yoluna ulaşacaklarını zannederler, bu mümkün değildir.
Bu risaleyi midelerini doldurmakla meşgul olan delalet içindeki gafillere
yazmıyorum. Onlar öyle kimselerdir ki ucuz bir hayat karşılığında düşmanlarının
gölgesinde yaşamayı tercih ederler. Onlar bu kitabımdan hiç bir şekilde
yararlanamayacaklar.
BİRİNCİ BÖLÜM
ZAFER İÇİN ÜMMETİMİZİN YOLU
1- Bu bölüm bu kitapçığın konusunun önsözü yerindedir. İslâm akidesine has sahip
mü’min müslümanlar için gafere ulaşmanın yolu onlar için gizli değildir. Velakin
İslâm’a varis olan ve kalpleri imanla hareket etmeyen müslümanlar, zafere ulaşmanın
yolunu bilemezler. İşte bu sebeptendir ki onlar, düşmanlarının süsleyip şırıngaladığı
akidelerle bürünmüşlerdir. İşte bu mukaddime yolun başında sapanlar içindir. Lakin
bunun üzerine reddedilen şüphe ve eminlere deliller verip hikaye anlatmayacağım.
Velakin ben, doyurucu deliller vermekle yetineceğim.
2- Önsözde kendiliğinden ortaya çıkan soru “Hüviyetimiz nedir?”. Biz müslüman
mıyız yoksa Arap mıyız? Veyahutta sadece müslüman Araplar mıyız? Yoksa dağılmış
memleketler topluluğu muyuz? Herşeyden evvel onun için çalışan ve onun için
yaşama gereği duyan her vatan için bir millet miyiz, yoksa biz, İslâm akidesi dışında
mezhepler ve akideler topluluğu muyuz? Bu soruya cevab olarak durumu
kesinleştirebiliriz ve aşağıdaki bilgilerin bilinmesi gereklidir.
Arap oluşumuz bir nimettir. Lakin arap olmak, ne bir akide ne de bir hayat nizamı
sağlar. Yeni ve eski savaşlara katılmalarımızda tecrübeler edindik. Lakin Yahudi, İran
ve Avrupa kavmiyetçileri bize ihanet ettiler. Arap kavmiyetçiliğinin yenilgisinin
sebepleri pekçoktur. Bunlar;
a- Şu andaki ARapça konuşanlar çeşitlidir. Arap diyarındaki Katiniler, onlardan biri
olan Kıbt’lar (İslâm’dan önceki Mısır ehli) Barbarlar, Kürtler, Zenciler, İranlılar,
Aşuriler, Babüller, Hristiyanlar, Türkler ve Moğollar, bunların içerisinde eski
kavmiyetçiliğiyle övünenler vardır. Bu durum, genelde Arap kavmiyetçiliğinin
uyanmasından sonra olmuştur.
İşte bu sebeptendir ki; bu çeşitli kavmiyetçilik, rağbet ve emellerimizi gergin ve
dağınık kılmıştır.
b- Şu andaki Arapça konuşanlar çeşitli diyanetlere tabidirler. Bunlardan; İslâm,
Hristiyanlık, Yahudilik ve başkaları. Tarihi okuduğumuz zaman; Hristiyan Araplar’ın
sömürgeyle sevindiklerini, kucakladıklarını ve onların saflarında savaştıklarını
anlarız. Bazı Arap Yahudileri mallarını, Filistin’deki devletlerine kaçırmışlar ve oraya
hicret etmişlerdir. Sonra da aynı dili konuşan ve aynı toprak üzerinde yaşayan din
kardeşleriyle savaştılar.
c- Arap kavmiyetçiliği evlatlarına akideleri için yaşayacakları ve o yolda ölecekleri
bir akide vermez.
d- İslâm Arap kavmiyetçiliği her ne kadar bir akideye sahipse de çelişkiler ihtiva eder.
Çelişki dedik; çünkü Arapçılık şiarı İslâm’dan daha küçüktür. Şüphesiz Araplar,
İslâm’ın maddesi, bayrağının taşıyıcısı eskiden ve şuanda olduğu gibi bununla
müjdeleyicidirler. Lakin Arap olmaları hasebiyle, daha önceden zikredilen birşey
değil idiler.
İslâm geldiğinde onları bir ümmet yaptı. İşte bu bir ümmet oluşçuluk, izzet ve
şereflilik derecelerinin evlasıdır. Sonra onlara ve onlarla beraber iman edenlere kamil
bir akide ve kamil bir şeriat koydu. Onları bütün insanların imana davetine itti. İşte bu
şümul davetçilik, izzet ve şereflilik yollarında ikinci derecedir. İslâm, bunların
tahakkuk etmesi yolunda onlara ilim ve kuvveti emretmiştir. Ve bununla İslâm, onları
tekrar süzgeçten geçirerek mesul oldukları şeylerde mükelleflendirdi. Ne zamanki
ikinci bir kez daha Arapçılığa dönüş yaptılar (da dönüş düşmanların iteklemesiyle
olmuştur) ama sonunda kendilerinin birşey olmadığını anladılar. Biz nasıl olur da
Arapçılık şiarını İslâm şiarının üstünde tutarız?!!
Öyleyse önce biz müslümanız, ikinci olarak ta Arab’ız. Arap oluşumuzla Allah’u
Teâlâ, son risalesinin davetinde bizleri müehhil seçmiş, bizlere diğer kavimlere
nazaran ikramda bulunmuştur. Biz ancak müslüman Araplarız. İşte bizim kimliğimiz
budur. Arab’ız diye taassupçuluk yapmak, Arap olmayan başka cinsten birisine
zulmetmek veya kâfir bir Arab’ı diğer cinsten olan bir müslümana üstün kılmak
yoktur.
4- Biz vatanlar ehliyiz, vatan ehli değil amma ne varki düşmanlarımız vatanlarımızı
parçalayarak bizi küçük küçük devletler haline getirdiler. İşte bu düşmanlarımızın
bize vurduğu en büyük darbedir. Arap devletleri arasındaki kusurlar ve hacizler nedir?
İşte bu vahim durum düşmanlarımızın bize uyguladığı kötü bir eserdir. Gerçekte bu
bölünmeyle taassupçuluk eden hiçbir müslüman yoktur. Bu parçalanma (ayrı ayrı
devletler haline getirilişimiz) şüphe yokki düşmanların elinde tuttuğu en büyük
silahtır. Doğudan ve batıdan bizden bir devlet, düşmanlarına rest çekememiş ve
çekemez de. Söylediklerime olaylar şahittir.
Eğer nisbî olarak da olsa, İslâm davasını Arap kavmiyetçiliği yerine koysak, işte o
zaman İslâm’a muhalif olan kavmiyetçilikten dolayı bu davayı yürütemeyiz. Ancak
bu davanın yürütülebilmesi için uzun bir çalışma ve zor bir cihad gerekecektir. Şu
andaki kavmiyetçilik, işçi, devletler ve hükümetler, reklamlar ve vatani marşlar,
milletler ve maddi çıkarları şeklinde maske değiştirmiştir.
İşte bundan dolayıdır ki bu parçalanmış devletlerin birinde sevgiye ve kardeşliğe
çağıran, her hak sahibinin hakkını verip sabit kanunları koyup muhafaza eden sadık
bir davanın zuhuru zaruridir. Aksi takdirde; istila, sömürücülük ve zulüm baş
gösterecek, İslâm davasına zarar verecektir.
Bu kitap, İslâm ümmetinin nasıl zafere erişebileceğini, zafere erişmesinin sebeplerini, günümüzde müslümanların hezimete uğramalarının sebeplerini, İslâm ümmetinin dirilişine giden yolu ve düşmanlarını açıklamaktadır.
سنة النشر : 1994م / 1415هـ .
حجم الكتاب عند التحميل : 259.2 كيلوبايت .
نوع الكتاب : pdf.
عداد القراءة:
اذا اعجبك الكتاب فضلاً اضغط على أعجبني و يمكنك تحميله من هنا:
شكرًا لمساهمتكم
شكراً لمساهمتكم معنا في الإرتقاء بمستوى المكتبة ، يمكنكم االتبليغ عن اخطاء او سوء اختيار للكتب وتصنيفها ومحتواها ، أو كتاب يُمنع نشره ، او محمي بحقوق طبع ونشر ، فضلاً قم بالتبليغ عن الكتاب المُخالف:
قبل تحميل الكتاب ..
يجب ان يتوفر لديكم برنامج تشغيل وقراءة ملفات pdf
يمكن تحميلة من هنا 'http://get.adobe.com/reader/'